20 Şubat 2009 Cuma

Oita ve Onsen (Part-I)

Okulun yabancı öğrencilere kıyak çekmesi ile gayet ucuza, geçen hafta OITA’ YA gittik. Ucuz dediğim hakkaten ucuz.4000 yene (70 milyon) gidiş-dönüş yol parası, bilumum rehberlik hizmeti, kalınacak otelin gecelik masrafı ve yemek dahil.(oha).


Önce OITA nerde bir onu görelim. Oita Kumamoto’dan 2,5 saat uzaklıkta bir yer efenim. Kendisi onsenleri ile meşhur. Onsen denilen şey kaplıca suyu.(Daha ayrıntılı öğrenmek isteyenleri buraya alalım.).Çevresi volkanik bir altyapiya sahip olduğundan, üstüne de yeraltı sularının yüzeye çok yakın olması Oita’yı kaplıca cenneti (cehennem gibi esasında) yapıveriyor.Her taraf kaplıca, her taraf sıcak su, her taraf buhar.


Kaplıca cenneti dediysem hakikaten öyle. Otobüsle şehre yaklaştığımızda uzaktan bir duman bulutu görülüyor ilk önce.Yangın var herhal diye düşünürken şehrin içine girdiğimizde dumanların yangın dumanı değil de, her tarafta random bir şekilde yüzeye çıkmış kaplıca suyunun buharı olduğunu görünce insanın dibi düşüveriyor.Gerçekten random bir şekilde, Yani ara sokağın birinde, en alakasız izbe yerlerde bile küçük kaplıca buharının rahat yüzeye çıkabilmesi için "kaplıca egzozları" bulunuyor.Çok ilginç.


Oita’ya giderken yol üzerinde “Usuki Sekibutsu” denilen(usuki buda heykelleri), buda heykellerinin dizili olduğu bir yere gittik önce. Dağın yamacında orta boy denilebilecek(sonrasında çok daha büyüklerini gördüğümden bunlar orta boy kalıyor) ebatlarda buda heykelleri mevcut. Mekân dağ yamacı demiştim, etraf ormanlık, güneşli bir hava, az ilerde akan cılız bir nehir. Bütün hepsi birleşince huzur komasına giriveriyor insan. En azından ben girdim belli bir süre.


Usukideki buda heykelleri.



Buda heykellerinin bulunduğu kapalı mekan



Buda heykellerini görüp bir sürü fotoğraf çektikten sonra yemek yemek için yamaçtan aşağıya indik.Nehrin kenarında sayılacak bir yerde, ağaçların arasında Japon stili yemek yapan bir restoranda NABE denilen yemekler afiyetle yenildi.Az biraz yeşil çay faslından sonra (yemekten sonra yeşil çay getiriyorlar :D) otobüslere doğru yavaş yavaş geçildi.


Bir 45 dakika sonra Usa tapınağını görmek için durduk.Bize dağıttıkları kağıtlarda yazdığına göre bu Usa tapınakları Japonyadaki diğer 40000 tapınağın (yazıyla kırkbin) merkezi sayılabilecek bir yermiş.”Vay anasını” diyip indik otobüsten, gittik tapınağa.Zaten otobüsten inip de kafanı şöyle bir kaldırınca uzaktan devasa CİNCA İŞARETİ’Nİ görüp bir irkiliyorsun, ardından hemen gizem, huşu, huzur dolu atmosfere kaptırıyorsun kendini.Çok hoş.

Önceki Usuki buda heykelleri gibi, Usa tapınağı da dağ yamacında bulunuyor. Devasa Cinca işaretinin altından geçip hafif eğimli merdivenleri çıkarak tapınakta duaların edildiği ana alana çıkılıyor. Etraf yine yeşillik, yine orman, yine bambu ağacı. Santimetre kareye 130 bambu ağacı düşüyor.(hayatımda görmediğim ağacı gördüm arkadaş).




Tapınağın girişindeki dev CİNCA işareti



Cinca İşaret #2



İlk işareti geçtikten sonra daha büyük ikincisinin altından geçiyorsun.



Mekan #1



Mekan #2



İşaretlerden istemediğin kadar var.En yukardaki dua alanına bu son işaretin altından geçerek çıkılıyor.



Ana alanda dua etmek için küçük bir alan var. Diğer Japon turistler ellerini iki kere çırparak ve bir şeyler mırıldanarak bu küçük alanda dua ediyorlar. Bizde Kabe ne tarafta diye hesap yapıp namaza duracakken güvenlik koşarak gelip bize engel oldu. Neyse.




En yukardaki Dua etme alanı.Resimde de dua eden japonlar görülüyor(Kırmızı elbiseli iki eleman)


Mekan #3



Mekan #4


Ağaçlar süper


Mekan #bilmemkaç


Usa tapınağınının huzur dolu atmosferinde şöyle bir kendimizi kaptırıp, ikinci bir “vay anasını” dedikten sonra, baya bir fotoğraf çektik. Takribi 1 saat sonra da oradan ayrıldık. Pek hoştu.


Usa'dan ayrılırkene


1 saat kadar daha gittikten sonra, uzaktan Oita ve dumanları görüp sevindik. Oita küçük bir şehir. Kumamoto’dan küçük.Yani Kumamoto’nun İzmir’in üçte biri olduğunu düşünürsek, Oita da Kumamoto’nun yarısı kadar bir şey, bu durumda Oita İzmir’in altıda biri oluyor hmm yani sonuç Oita =Aliağa.


Otele gitmeden önce son bir yerde daha durduk. Bu Oita’nın altı kaynıyor ya, her taraf sıcak su havuzları, kaplıcalarla falan dolu ya, bu son durduğumuz yer de Oita tarihinde ilk yapilan kaplıcaların olduğu mekan.Mekanın adı da Yu no Hana. Her taraf dehşet bir şekilde çürük yumurta kokuyor, yani yüzeye çıkan kükürt kokusu.Bu kokunun üstüne, neden olduğunu anlayamadığım şekilde mekanın girişinde de haşlanmış yumurta satıyorlar (hheheh görüntü çok komik hakkaten).Yani kokuya bahane bulmak için mi yumurta satıyorlar, ya da "hazır etraf yumurta kokuyorken bu işten para kazanalım, yumurta satalım" mı diyorlar, anlayamadım.Garip ve Güzel.


Eski zamanlarda yapılmış onsenler.İçerde sıcak su havuzları var.



David'le poz.



Çektikten sonra yarıldığım foto.Tam heykelleri çekecekken eleman girdi araya sanki buda heykeliymiş gibi.Heykel gibi de poz vermiş bi de.


Sonunda otele varabildik. Otel Japonyada olduğumuzdan dolayı doğal bir şekilde Japon stili bir otel.Yani bu ne demek? TATAMİLİ odalarda yer yataklarında yatacağız anlamına geliyor demek. Ayrıca Okul bize Japon kültürünü köküne kadar dayadı da demek. Odalar, dediğim gibi yerler tatami kaplı (tatami=hasır kaplı zemin). Kapılar yana doğru açılan kağıt kaplı ahşap kapılar. Odanın ortasında küçük bir sehpa, sehpanın üstüne termosun içinde sıcak su, termosun yanında da içi yeşil çay dolu bir kavanoz. Odanın bir köşesinde de küçük bir televizyon ve iki tane küçük koltuk.Bu kadar.Acaip sade ve acaip minimal.Pek güzel.


Böyle böyle her yeni şeye şaşıraraktan zaman geçiyordu. Saat oldu 18:00.Karnım acıktı.hem de öyle böyle değil.Hayvanlar gibi açım.”Ulan yemekte de şimdi ne güzel şeyler vardır, hem otelde klas otel, lüks otel.Ondan artık açık büfeyi sömürürüm” şeklinde şen düşüncelerle otelin restoranına gittim.Restorana girmeden ayakkaplarımı çıkardım.Sürgülü kapıyı şöyle bir açtım ki.. ne göreyim..


İsyan ettiğim nokta işte bu noktaydı muhterem arkadaşlarım. Okul “Japon kültürünü yabancılara iyice bir öğretelim, herkesin nevri dönsün” demiş olacak ki dana etlerinin havada uçuştuğu, her köşe başında bir kuzu çevirmenin olduğu açık büfe restoran yerine, masa, sandalyenin olmadığı, herkesin, önünde dizlerini bükerek oturduğu küçük bir sehpa ve bu sehpanın önünde otururken sırtını dayayabilmen için sandalye görünümlü(ama bacakları olmayan bir sandalye) bir destek vardı sadece.Herkesin kendi sehpasının üstünde de çeşit çeşit, boy boy et.Amma hepsi ÇİĞ.Hani şu durumu anlarım ve severim:Mesela şehre içmeye gitmişsindir, yemeğini yersin biranı içerken de birayla beraber yuvarlamalık Sashimi denilen çiğ balık etleri gelir.Wasabi ve soya sosuna banıp afiyetle yersin.Amma ve lakin bu işlemi yaparken karnın tok olduğundan yediğin bu çiğ etler çerez vazifesini görür aynen.Zaten tadımlıktır o etler, 3 tane 5 tane gelir.


Fakat oteldeki durumuma geri dönersek, karnımın zil çaldığı bir durumda önüme doymam için sadece çiğ et koyarsan arkadaşım, ben sinirlenirim. Çünkü ben açken harbi sinirlenirim.(:D).Ve o durumda da tek düşündüğüm şey o sehpaları yıkarak “yeter ulan” çekip ilk gördüğüm danaya kuzuya saldırmaktı. Ama daha dur daha bitmedi…


Bize otele girerken denilen, İçkilerin beleş olduğu idi. Önümde duran çiğ etlerin şokunu daha üstümden atamamışken bir de herkes goril gibi içkilerin olduğu kasalara çullanınca o kalabalıktan sadece bir bira alabildim.1 bira “kısa günün karı” olabilir ama benim hayallerim çok daha başkaydı.İçkiler akıcak su gibi, eğlen coş işte kiboş ortamları olacaktı..Ama olmadı.


Yani, yemek yeme olayının can sıkan detaylarını maddeler halinde özetlersem:


1-Oturmak ve rahat etmek çok büyük sorun. Ya bağdaş kurarak oturmak zorundasın ya da dizlerinin üstünde. Çok canın acıyor, rahat edemiyorsun


2-Önüne doyman için konulan şeylerin %95 i çiğ.


3-Önünde duran sehpada altı yanan ve önceden dediğim NABE’ler mevcut. Şirin Japon garson teyzeler gelip önünde duran bu küçük tencerelerin altındaki ocağı yakıyorlar. İçindeki su kaynayınca sebzeleri ve pirinçleri atıp pişirip yiyorsun. AMA, bulunduğumuz kapalı mekanda 150’ye yakın öğrenci var ve hepsinin önündeki ocaklar yanıyor, yani sonuç: Etraf hayvan gibi SICAK!


4-İçkiler. Daha doğrusu olmayan içkiler. Kafayı buluruz şenleniriz helölö diye düşünürken, anca şansıma bi tane 50lik bira kapabilmiş olmam. Üstüne etrafın cehennem gibi sıcak olmasından kelli susaman fakat etrafında su bulamaman. Çöldeymişsin gibi kavrulman.(Su, bi yarım saat sonra geldi Allahtan da ciger gibi yanmaktan kurtulduk)


Gezinin tek kötü yanı yemeklerdi.Organizasyon harbi çok iyi, Otel çok iyi, Kaldığımız odanın tarzı çok ilginç ve güzel, rehberlik hizmeti süper, bize gösterilen özen olağanüstü.. amma yemekler rezalet. Maalesef her güzelin bir kusuru varmış. Doymayan karınlarımızı da ancak dışarıda marketten aldığımız Pringles ve keklerle doyurabildik.Hazır markete gitmişken doğru dürüst içkilerimizi de aldık.Çıktık odaya demlendik.


İlk günde böyle bitti. Bayağı bir uzun oldu bu yazı gibime geliyor bana. İkinci part’ı da yakın zamanda yazarım. Yazdıklarımın hepsini okuyor musunuz merak ediyorum. Okuyun yeaa, siz okuyun diye yazayorum :D.Öptm kib grşz.

9 Şubat 2009 Pazartesi

Apansızca yayılıyor

"Uzakdoğuya hayırlı bir iş için giden türk genci C.Ş, kimliği belirlenemeyenler tarafından fotoğrafının çekilmesi üzerine aylardır kuluçka döneminde bulunan Heyo'sunu uyandırmış oldu.Uzakdoğuya kadar ne şekilde taşındığı belli olmay..."


"Erkek nüfus içinde hızla yayılmaya başlayan bu hastalık, hergün yeni bir can almaya devam ed.."


"Kurbanlarının kollarını adeta korkuluk gibi açmasına neden olan bu hastalık en çok da yurtd..."


"Hastalıktan en çok varoş kesimdeki insanların etkilendiği bildirilmekte.Kendilerini eve kapatan umutsuz vakalar toplu halde heyo dur..."